Destanlarda ve Söylencelerde Ağaç Kültü
Türk kültüründe ağaç kültü yazı dizisinin son bölümünde konumuz destanlar ve ağaç kültü. Ağaç Kültünün içerisinde geçtiği destanlar oldukça fazladır. Çalışmanın fazla uzun olmaması ve konunun çok karışmaması için bilinen önemli kaynaklardan ve örneklerden yararlanmak doğru olacaktır. Altay Türkleri arasında derlenen Yaratılış Destanında insanlığın türeyişi ve bunun ağaç kültü ile birlikteliği açıkça görülmektedir. Anlatılana göre Tanrı yeryüzünü yarattığında burada dalsız budaksız bir ağaç yeşermiştir. Tanrı bu dalsız budaksız ağaçtan haz etmeyerek ağaca dokuz dallı olsun demiş ve bundan sonra ağacın dokuz dalı yeşermiş ve budaklanmıştır. Her dalın altında birer adam yaratmıştır. Bunlar dünya halklarının atası dokuz ulus olmuşlardır.[1] İnsanlığın ortaya çıkışı ile alakalı bu destanda insanlığın temelinin ağaçtan geldiği ve bunun Tanrı eliyle yapıldığı işlenmiştir. Şimdi destanlar aracılığıyla bunun detaylı bir analinizi gerçekleştireceğiz.
Oğuz Kağan Destanı
Ağaç ile ilgili örnekleri Oğuz Destanında da görebilmekteyiz. Oğuz Destanında türeme ile ilgili olarak Oğuz Kağan’ın ikinci evliliği hakkında bilgiler verilmektedir. Oğuz Kağan ava çıkmış ve bu av sırasında bir göl görmüştür. Gölün ortasında ise bir ağaç ve bu ağacın kovuğunda oturan güzel bir kız görünmektedir. Destanda kızın fiziksel özelliklerinden etkilenen Oğuz Kağan’ın onu sevdiği ve evlendiği aktarılmaktadır. Oğuz’un yer-su kültleri ile de alakası görülen Gök, Dağ ve Deniz isimli çocukları da yine bu evliliğinden olmuştur.[2] Burada kesin olarak ağaçtan türeme yoktur ancak ağacın verdiği kızdan türeme söz konudur. Böylece direkt olmasa da dolaylı olarak ağacın kut ile kağana bir eş vermesi ve bundan yine onun gibi Kut’un kendisinden gelen çocukları olmaktadır. Bu şekilde Oğuz ve onun soyu ağaç aracılığı ile tanrıdan kut almış olmaktadırlar. Benzer olarak Oğuz Destanında ağaç unsurunun geçti bir olayda daha görülmektedir.
Düşmanları ile süregelen savaşları sırasında Oğuz’un askerlerinden birisinin karısının hamile olduğu rivayet edilir. Kocası savaşta öldürülen bu kadının savaş yerinde doğum yapması icap etmiş ve yakınlarda içi oyulmuş bir ağaca sığınmıştır. Çocuğu burada doğurduktan sonra askerler durumu fark etmiş ve yeni doğan çocuğu Oğuz’a getirerek durumu anlatmışlardır. Oğuz bu çocuğun adını “Kıpçak” koymuştur.[3] Bundan sonra diğer Kıpçak kavimleri de bu çocuğun neslinden türemişlerdir.[4] Oğuz’un bu çocuğu yanına alması ve evladı olarak görmesinden sonra ağaç içinde başlayan Kıpçak doğu Avrupa içlerine kadar yayılacaktır.
Bundan başka olarak Oğuz Destanında Buğra Han ile oğlu Karı-Tekin arasında gerçekleşen bir mevzudan bahsedilmektedir. Karı-Tekin babası için genç bir kız almıştır. Bir gün Karı-Tekin’e annesi olarak gördüğü bu kadın yanaşmıştır. Tekin’in fevri davranıp onu babasına şikâyet edeceğini söylemesi üzerine kadın ondan önce delili ile Buğra Han’a oğlunun ona kötü gözle baktığını ve artık dayanamadığını söylemesi üzerine başlayan olayda Buğra Han’ın kurultayından onun gözlerine mil çektirilme kararı çıkmıştır. Bunun sebebi ise kurultayın Karı-Tekin’in suçsuz olmasını kanıtlamasının istenmesinden gelmektedir.
O zamanlar Div Kayası adında, yüksek bir dağın eteğinde ejderha – Ejderha motifi Türklerde ağaç ile bağdaştırılmaktadır- vardı. Endek adlı geniş bir bozkırın yanında olan bu dağın eteğinde ise üç ağaç ve bu ağaçların her birinin altında ise iki mavi ejderha vardır. Suçlulukla itham edilen kimseler vücudu yaralanıp buraya gönderilir. Ejderhalar gerçekten suçlu olan kimseleri hemen yerlerdi. Suçsuz olan kimse ise bu ejderhalar tarafından iyileştirilirdi. Karı-Tekin de buraya gönderilmiş ve suçsuz olduğu için ejderhalar onu yememiş, iyileştirerek geri dönmesini sağlamışlardır.[5]
Er-Töştük Destanı
Kırgızların en eski destanlarından olan, esasen Manas Destanının bir bölümünü oluşturan Er-Töştük Destanında bir bakışta bütün yüzünün görülemediği genişlikteki dev bir ağaçtan bahsedilmektedir. Tüm dünyada eşinin olmadığı ve büyük bir güzellikte olduğu aktarılmaktadır. Hatta yüksekliğinin ve gücünün daha iyi anlaşılması için olsa gerek göğün tabakasının yıkılmamak için kendisine yaslandığı söylenmektedir.[6] Destana konu olan Er-Töştük ise Manas’ın arkadaşıdır. Mitolojik ve masalsı yönleri ile oluşan destan sadece Kırgızlar tarafından değil diğer Türk boyları tarafından da anlatılmaktadır.
Kırgızların ağaca tapınmaları ile ilgi bazı bilgileri Çin ve İslam kaynaklarında da görebilmekteyiz. Buna göre Kırgızlar Şamanist idiler ve bunun gerektirdiği ritüellerde bu kaynaklarda geçmektedir. Şamanlarına “kavti”-Çin kaynaklarında “gan”- denilir ve onun önceliğinde sulara ve ağaçlara kurban sunmuşturlar.[7] İslam kaynaklarından bir başka rivayet de XI. Yüzyıl tarihçisi Gerdizi tarafından yapılmaktadır. Gerdizi’nin aktardığına göre bazı Kırgızların ineğe, bazısı saksağana, bazısı şahine, bazısı da güzel ağaçlara tapmaktadırlar.[8] İnek ve ateş gibi bazı kavramların gelişmesi ve kutsal görülmesi kıtanın güneyinden gelen Hint kültürü ile alakalı olsa gerektir ki Gerdizi de bu şekilde telakki etmiştir.
Türeyiş Destanı (Uygur)
Ağaç ve ağaçtan türeme ile ilgili efsanelerin içerisinde en çok bilineni Uygurların Türeyiş efsanesidir. Bu efsane Uygurların Mani dinini kabul eden Böğü Kağan’ı anlattığı da ileri sürülmektedir.[9] Efsanede Tula ve Selenge nehirlerinin birbirine en yakın olduları yerdeki iki ağaçtan bahsedilmektedir. Ağaçlardan biri kışın yapraklarını dökmeyen bir çam benzeri fesuk, diğeri ise tur ağacıdır. Cuveyni’nin aktardığına göre bunlar arasında toprak yükselmiş ve bir dağ ortaya çıkmıştır. Gökten dağın üzerine günden güne büyüyen bir ışık düşmeye başlamış, bu durumu gören halk ise saygı ve tevazu ile yaklaştıklarında buradan iç açıcı ve sevinç verici sesler duymuşlardır.
Daha sonra bu dağdan bir kapı açılmıştır. Burada beş çadır ve her bir çadırın içinde birer oğlan olduğu görülmüştür. Halk bunlara şahit olmuş ve çocukları yanlarına almışlar, çocuklar sütten kesilince de annelerini ve babalarını sormuşlardır. Onlara anne ve babalarının ağaçlar olduklarını söylendiğinde ise anne-babaya gösterilen hürmeti bu ağaçlara göstermişlerdir. Ağaçlar bu durum karşısında dile gelmiş ömürlerinin uzun isim ve şöhretlerinin devamlı olması için temennide bulmuşlardır. Her şeye şahitlik eden bölge halkı bu çocuklara şehzade gibi davranmışlar, her birine isim vermişlerdir. Çocuklar Sonkur Tegin, Tügel Tegin, Or Tegin ve Bökü Tegin isimlerini almışlardır. Aralarında en zeki ve becerikli olarak bütün milletlerin dilini, yazısını bilen Bökü Tegin’i Han olarak seçmişlerdir. Bökü Türk örfünde olduğu gibi şenlikler ile han olmuştur. Ülkesini düzeltmiş ve adaletli bir hükümdar olmuştur.[10]
Er-Sogotoh Destanı (Ak Oğlan Efsanesi)
İnsanlığın yaratılışı ve çoğalmaları sürecinin işlendiği ve merkezinde ağaç olan Yakut efsanelerden biri Er-Sogotoh destanıdır. Türk tarihçileri adından Ak Genç ya da Ak Oğlan olarak bahsetmektedir. Bu Yakutların atası olarak gördüğü ilk insandır. Yaşar Çoruhlu kitabında Holmberg ve diğer bazı araştırmacıların çalışmalarına atıflarda bulunarak Hayat Ağacı hakkında bilgiler vermektedir. Ak Oğlan –bir diğer deyişle yalnız adam-, ortaya çıktığı yerin ve evinin etrafını dolaşmak için gezmeye çıkmıştır. Doğuda bir düzlüğün içinde yer alan ve üstünde büyük bir ağaç olan büyük bir tepe görür. Gördüğü bu ağacın tepesi tanrı Urun Ay Toyon’un üzerinde oturduğu göğün yedinci katına uzanmakta, kökleri ise yerin altının derinliklerine kadar uzanmaktadır. Bu ağacın yaprakları ise göğün sakinleri ile konuşmaktadır.
Yalnızlıktan sıkılmış olacak ki Ak Oğlan uzaktan gördüğü bu Hayat Ağacına yaklaşarak, ondan her şeyini paylaşabileceği bir eş ister. Bu istek üzerine ağacın yapraklarından hışırtılar çıkmaya başlayarak gencin üzerine süt şeklinde bir yağmur yağmıştır. Ağacın kökündense beline kadar çıplak bir kadın ortaya çıkmıştır. Kadın yaşlı ve ciddi bakışları ile büyüyen göğüslerinden Ak Oğlan’a süt vermiştir. İçtiği süt Ak Oğlanı güçlendirmiş, bununla beraber bu tanrıça onu her türlü şeyden korunması ve mutluluğa sahip olması için kutsamıştır.[11] Yaşar Çoruhlu atıfta bulunduğu Holmberg’in Ak oğlan efsanesi ile Middendorf’un Yalnız Adam efsanesindeki Er-Sogotoh’un aynı kişiler olduğunu söylemektedir. Bu çalışmada da kendisi gibi bu iki kahramanın aynı kişiler olduğu var sayılmış ve bu şekilde irdelenmiştir.
Dede Korkut Hikâyeleri
Dede Korkut hikâyelerinde de ağaç unsuru görülmektedir. Bu hikâyelerde Salur Kazan Han’ın oğlu Uruz’un ağaca hitap edişi vardır:
Ağaç ağaç desem arlanma ağaç
Mekke, Medine’nin kapısı ağaç
Musa Kelimin asası ağaç
Büyük büyük suların köprüsü ağaç
Kara kara denizlerin gemisi ağaç
Şahi merdan Alinin eğeri ağaç
Eğer erdir, avrattır korkusu ağaç
Beni sana asarlarsa kaldırma ağaç
Ağaca hitaben söylenen bu sözler Altay Şamanizm’indeki kutsal ağaca söylenen ilahiler ile çok büyük benzerlikler göstermektedir.[12]
Sonuç
Türk ve dünya medeniyetlerinin kültürlerinde ve mitolojilerinde çok büyük yeri olan “Ağaç” unsuru ortak bir paydaymışçasına benzerlikler göstermektedir. Bunu destanlar aracılığıyla da anlamaktayız. Geniş coğrafyalara yayılan Türk Şamanizm’inin temelinde ve çoğu ritüellerinde ağaç bulunmakta ve günümüzde dahi bunların izleri bulunmaktadır. Türk kültürünün farklı coğrafyalarında efsanelere ve söylencelere işlenmiş Ağaç Kültü, yapılan çalışmanın ekseriyetinde söylenebilir ki ilk zamanlardan beri süre gelmiştir. Ağaç toplumun hayatının her alanına sirayet etmiş ve insanın vazgeçilmez unsuru olmuştur. İnsanlar ağaçlardan geçmişte günümüze farklı şekillerde isteklerde bulunmuşlardır. Bu sebeple de çok çeşitli anlamlar yüklemişlerdir. Bu durumun sonucunca ise ağaç bir madde olmaktan çıkıp mitolojik bir unsur olmuştur.
Çalışmada ise özellikle konunun daha iyi anlaşılabilmesi adına kavramların açıklanmasına özen gösterilmiştir. Temeli bilinen bir konu hakkında verilen bilgiler, sonrasında daha iyi anlaşılmakta ve çalışma amacına ulaşabilmektedir. Türk tarihinin süreç içerisinde bizlere ulaşan destan ve söylenceleri içerisinden çalışmamız adına Ağaç miti ile alakalı bölümlerden örnekler vermeye çalıştık.
Yazı dizisinin bir önceki bölümü için tıklayınız.
[1] Hüseyin Nihal Atsız, Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2019. s.31-33.
[2] Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Ana Hatları, s.111.
[3] “Kıpçak” kelimesi “kabuk” kelimesinden çıkmıştır. Türk dilinde ise içi çürümüş ve oyulmuş ağaca denmektedir.
[4] Zeki Velidi Togan, Oğuz Destanı Reşideddin Oğuznamesi Tercüme ve Tahlili, Enderun Yayınları, İstanbul, 1982. s.26.
[5] Togan, Oğuz Destanı Reşideddin Oğuznamesi Tercüme ve Tahlili, s.66.
[6] Roux, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, s.123.
[7] İnan, Eski Türk Dini Tarihi, s.10.
[8] İnan, Eski Türk Dini Tarihi, s.11.
[9] Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Ana Hatları, s.114.
[10] Alaaddin Ata Melik Cuveyni, Tarih-i Cihan Güşa, Çev. Mürsel Öztürk, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2013. s.102-103.
[11] Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Ana Hatları, s.113.
[12] Abdulkadir İnan, “Müslüman Türklerde Şamanizm Kalıntıları”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 1/4, 1952. s.23.
0 Replies to “Türk Kültüründe Ağaç Kültü – 3 Destanlar ve Ağaç Kültü”