Bu yazımda Türk Antropolojisi ile göç kavramlarını kullanarak Türk antropolojisinin oluşum kuşağını ele alacağım. Göç ve Antropoloji kavramları birbirleri ile aslında iç içe kavramlardır. Göç ve Antropoloji bir birlerini sürekli beslerler. Nedeni Göçün sürekli bir etkileşim meydana getirmesi ve Antropolojiye alan açmasıdır. Türk Göçü ve Antropolojik etkileri isimli bu çalışmada Türklerin tarih sahnesine çıktığı ilk zamanlardan bu yana olan iki büyük kitlesel hareket olan iç Asya karışıklıkları sonucunda Karadeniz’in kuzeyine yaptıkları göç hareketi ve akabinde oluşan Kavimler göçünün getirdiği Antropolojik değişim ikincisi ise birçok medeniyete ev sahipliği yapan Anadolu sahasına oluşan ve kalıcı bir yerleşim sağlanan Selçuklu hanedanın oluşturduğu Anadolu’nun Türkleşme sürecindeki göç hareketi ve bunun doğurduğu Antropolojik değişim süreci tetkik edilecektir .
Göç kavramı İnsanlığın ilk ortaya çıkışından itibaren süre gelen zamanda sürekli bir yer değiştirme hareketleri ile cereyan olmuştur. Bu hareketler Beşeri, Coğrafi veya Sosyo-Politik sebepler doğrultusunda meydana gelir. Bu göç hareketleri kalıcı kitlesel hareketlerdir keza Konar-Göçerlik ile karıştırılmamalıdır çünkü Konar-Göçer harekeler daha çok mevsimsel küçük ama planlı kitlesel yer değişim hareketleridir. Göçe ise örnek verecek olursak en önemlisi Kavimler Göçü olarak arz ettiğimiz ve Karadeniz’in kuzey sahasındaki yerleşik halklarının ‘’Ostrogotlar, Vizigotlar, Vandallar, Saksonlar, Burgodlar, Süevler, Angıllar’’ Hunların iç Asya’daki kuraklık ve siyasi çekişmelerden dolayı Karadeniz’in kuzeyine doğru bir hareket başlatması ve bu sahayı kendilerine Yurt tutarak bu sahadaki kavimleri yerinden oynatıp Avrupa’ya kaydırmasıyla meydana gelmiştir.
Ardından Avrupa’nın süper gücü sayılan Romanın yıkılmasıyla son bulmuştur. Antropolojik etkileri ise bu kitlesel göç hareketi sonucunda bugünkü Avrupa’nın sosyo-kültürel, siyasal ve fiziksel şekilleri belirmiştir. Ardından ikinci büyük kitlesel ve kalıcı Antropolojik etkiler oluşturan kitlesel hareket Selçukluların Gaznaliler ile bir mücadeleye girmiş ve 1040 yılında Dandanakan savaşında Gaznelileri alt etmesi ile artık devletleşme süreci hızlanmış ve Abbasi Halifeliği ile ikili ilişkiler başlamış ardında Anadolu’da gaza faaliyetine yönelmişlerdir.
Bizans devleti Sultan Alp Arslan öncülüğünde Selçuklu ordusuna 1071 yılında Malazgirt ovasında yenilmesi ile Anadolu’ya sürekli akınların ve artık bu akınların mahiyeti bir talan ganimet değilde yurt tutma ve Türkleştirme mahiyeti ile devam etmiştir. Böylece bu hareket ile Anadoluda köklü bir Sosyo-Kültürel, Siyasal ve Fiziksel değişim olmuştur. Sonuç olarak göç hareketi insan ırkının bir birleriyle etkileşime girmesi ve birbirlerini kültürel ve fiziksel değiştirmesi yönünde etki sağlamıştır ve hala sağlamaktadır.
Antropoloji ise bu göç hareketlerinin cereyan ettirdiği durumları incelemiş ve ortaya milletlerin Kültürel antropolojisini ve Fiziksel Antropolojisini ortaya koymaya çalışır. Kültürel Antropoloji ve Fiziksel Antropoloji 21.Yüzyılda milletler için önemli birer kavramdır. Nedeni eğer büyük bir devlet olmak isteniliyorsa birinci husus devleti oluşturan milletin Kültürünün ve Fiziksel şemasının bilmesi mühim bir konudur.
Tarih sadece geçmiş değil aslında geleceği de anlama ilimidir. Toplumlar var olabilmek için her zaman bir tarihi dayanak ararlar bu nedenle her toplum kendi içinde önemli Antropolojik çalışmalar yapmıştır. Türkiye’de ise bu alanda en önemli çalışmaları yapanlar Afet İnan – Türkiye Halkının Antropolojik Karakterleri ve Türkiye Tarihi ve buna ek Şevket Aziz Kansu’nun çalışmalarıdır. Antropolojik çalışmalar genel olarak iki ana başlığa ayrılır bunlar Kültürel ve Fiziksel Antropolojidir. Fiziksel Antropoloji daha çok Klinik çalışmaları olsa da Arkeoloji yönünden tarih ile bağlantılıdır fakat Kültürel antropoloji çalışmaları birinci dereceden tarih ile iç içedir.
Bunun sebebi Türk kültürü tarih sahnesine çıktığı zamandan itibaren çevresiyle büyük bir etkileşime girip ve köklü bir kültür haline gelerek evrensel bir boyuta taşınmıştır. Türkler tarih sahnesinde var olduğu zamanlardan beri Çin, Pers, Roma, Arap kültürü gibi köklü kültürler ile iç içe yaşamış ve önemli derecede kültürel etkileşimde bulunmuştur misal olarak Türkler İslamiyet’e geçtiğinde doğrudan kendi kültürlerini gelenek ve göreneklerini unutmamış bunun yanında İslamiyet’e geçişleri ile birlikte kendi Kültürlerini de İslamiyet’e empoze ederek bugün bildiğimiz Türk-İslam Tasavvufi inanış şeklini meydana getirmiştir. İşte yukarıda bahsedilen kültür hususunda Antropolojik çalışmalar tamamıyla tarih ilmi ile incelenir ve açıklana bilir. Bilhassa yazısız devir tarihlerinde adını bilmediğimiz kavimlerin kültür tarihini izah ederken, Antropoloji ile adlandıra bilindiği malumdu[1]
Fiziki yönden ise ele alacak olursak eğer Antropolojinin önemini şu sözler ile açıkça anlata biliriz. Bugünkü yaşayanların ölçülerek bilinmesi ise, bu en eski çağlardaki cetlerimize olan bağlılığımızı göstermek ve kuvvetlendirmek için esastır. Bu yurda sahip ve hâkim olmuşumuz böyle maddi bir delile dayanarak olmaktadır[2]
Türk antropolojisi yazısı olur da Hunlar hakkında konuşmamak olamaz.Çin tarihlerinin Hunlar ile ilgili bölümleri, türlü kaynakların yan yana getirilmesi ile oluşmuştur. Ünlü Çin tarihçisi Şiçi, Mete’nin dört yöne yaptığı akınları anlattıktan sonra, birden bire durur ve Hunların daha öncelerine geçer ve şöyle der; Çin’deki Hsia sülalesinin prenslerinden Shun-wei’den, Hun hakanı Tumana kadar binden fazla yıl geçmiştir[3] Çin’deki Şang Sülalesinin M.Ö. 1450 yıllarında kurulmuş olduğu düşünülürse, Tuman Han ile bu çağ arasında, 1200 yıl geçmiş demektir[4]. Yukarıda atıf yaptığım Bahattin ögelinde dediği gibi Hunların ortaya çıkışı sadece Tuman dönemi değil daha da eski zamanlara dayanmaktadır. Hunlar Çinin kuzeyinde bugün Moğolların ataları olan proto Moğollar Tunghu’lar ile beraber yaşadıklarını Çin kaynakları ile öğrene biliyoruz.
Tuman döneminde oğlu Mete’nin darbe yapması ve Mete’nin babası Tumanı taht mücadelesinde yenerek tahta çıkması aslında Hun imparatorluğunun da tarih sahnesine doğrudan çıkması diye saya biliriz fakat yukarıda da belirtiğimiz gibi bu tarih sahnesine çıkış sözü Hunlar Tuman döneminde veyahut Mete döneminde kuruldu anlamına gelmez Tuman ve Mete’den öncede Hunlar hep o sahada vardı fakat Mete dönemi kadar etkin değildiler. Büyük Hun devletinin M.Ö. 48 yıllarında Kağanlar arasında çıkan mücadeleler sonunda parçalanmasını müteakip, Çje-Çje idaresindeki Hunların bir kısmının İli havzasına gittiği biliniyor[5].
Bu iç Asya’daki karışık politik durumlar ve artık Hunların Batı Türkistan sahasında da Çin akınlarına karşı tutunamamaları sonucunda 330 tarihinde idil nehrine doğru ilerlemişleridir. Burada kısa bir süre kaldıktan sonra kısa akınlar neticesinde 370-375 yılları arasında artık İdil nehrini geçip, batıya Karadeniz’in kuzeyine doğru harekete geçmişlerdir.
Batı Hunlarının İdil-Kama sahasında bulundukları zaman İdilin batısında Volga Havzasından Fin körfezine kadar uzanan ormanlık sahada bir çok Fin kavmi yaşamakta idi ve Karadeniz’in kuzeyinde ise M.S 180 yıllarından itibaren Gotların bulunduklarını ve Ostrogotlar tarafından bir devlet kuruldunugu biliyoruz[6]. Bu sahaya Hunların ciddi bir akın ve yerleşme hareketlerinden sonra artık buradaki Germen, kabileleri tutunamamış ve Avrupa’nın içine doğru domino etkisi yaratan bir göç hareketinde bulunmuşlardır. Böylece Bu Ostrogotlar, Vizigotlar, Vandallar, Saksonlar, Burgodlar, Süevler, Angıllar Avrupanın süper gücü olarak görülen Romanın Avrupa’daki Batı Roma bölümüne son vermiştir. İmparator Konstantin ise Romanın yönetimini artık Boğaziçi’ne İstanbula taşımıştır. Böylece bu germen göç hareketleri sonucunda Tarihte bilinen ilk büyük kitlesel hareket olan kavimler göçü meydana gelmiştir.
Roma imparatorluğu Batı eyaletlerini 5. Yüzyıldan itibaren artık germenlere kaptırmıştır ve Karadeniz’in kuzey havzasındaki halklar artık Avrupa’nın içlerine yayılmaya başlamışlardır. Yunanistan’da yunanca konuşmayan insanlara Barbar terimi atıf edilirdi genelde bu terim Yunanlılar tarafından Romalılara kullanılan bir sözdür fakat Romalılarda bu kabilelere kullanmaya başlamıştır artık bu barbar terimini. Bu kavimler sanıldığının aslına aşırı derecede barbar kavimler değillerdi. Doğu germenleri medeniyetten tamamen uzak kabileler sayılmazdı. Karadeniz kıyılarından inen Gotlar, Kırım’ın Yunanlı ve Sarmat halkının mirasçısı oldukları eski Doğu-Grek uygarlığı ile ilişkiye girmişlerdi. Bu ilişkiden çok değişik bir süsleme sanatı, okşayıcı bir kabartmacılık öğrenmişler ve daha sonrada bunu Avrupa’ya Ars barbarica adı altında yaymışlardır[7]
Ayrıca barbar olarak nitelediğimiz bu kavimler Romalılara yabancı değil aksine daha çok onlara benzeyen ve onlar ile iyi geçinerek Roma kodamanları arasına katılmak istiyorlardı. Hatta buna Antropolojik örnek verecek olur isek 4.tüzyılın ortalarında Bizans’ta Aryanizm dinine gecen Ulfula adında bir Got bu inancı Dnieper havzasındaki soydaşlarına aşılamış onlarda bu yeni dini diğer Germenlere, yani komşuları olan Vandal ve Burgondlara aktarmışlardır.[8]
Aslında bu göçün mahiyetine uzun uzadı değinmek istemiyoruz çünkü bu kısım Makalemizin yazısı sınırlarının dışına taşıyor yukarıda belirttiğimiz gibi bu Türk Antropolojisi ve göçünün mahiyetinin sonuçları dolaylı yoldan Avrupa kıtasında bir değişime neden olmuş ve Antropolojinin inceleme alanına girmiştir bu göç sonucunda Roma yıkılsa da kültürü yok olmamış ve Germen istilaları sonucunda da Roma kültürü sentezlenme göstermiştir. Ayrıca Pagan Roma ile birlikte gelen Germen kabileleride pagan bir yapıda olması ile Hristiyanlıkta bir Pagan inanış furyası meydana çıkmıştır.
Diğer tarih yazılarımdan haberdar olmak için yanda bulunan kutucuğa tıklayarak abone olmayı ve Tespitoloji’yi takip etmeyi unutmayınız!
[1] Afet İnan, Türkiye Halkının Antropolojik Karakterleri ve Türkiye Tarih, TTK, s.2
[2] İnan, a.g.e, s.2
[3] Bahattin Öğel, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, TTK, Baskı.3, s.85
[4] Ögel, a.g.e, s.85
[5] Akdes Nimet Kurat, IV-XVIII Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, TTK, s.12
[6] Kurat, a.g.e, s.14
[7] Henri Pirenne, Hz. Muhammed ve Charlemagne, çev.Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Kitapevi, Baskı.3, s.21
[8] Pirenne, a.g.e, s.21
Kuramsal Dil Bilimi Nedir? Kuramsal Dil Bilimi Nedir? dillerin yapısını, işleyişini ve evrimini inceleyen bilim…
Ters Psikoloji Nedir? Ters Psikoloji Nedir? Ters psikoloji, bir kişinin istediği bir davranışı elde etmek…
Felsefede Sezgicilik Nedir? Felsefede Sezgicilik Nedir? Felsefe dünyasında sezgicilik (intüisyonizm), bilgi edinme sürecinde sezginin önemini…
Liberteryenizm Felsefesi Nedir? Liberteryenizm Felsefesi Nedir? Liberteryenizm, bireysel özgürlüğü en yüksek değer olarak gören ve…
Suç ve Ceza Kısa Özet ve Analiz Suç ve Ceza Kısa Özet ve Analiz yazısında…
Nöral İletişim Teorisi: Sinir Sisteminin Dilini Çözümlemek Nöral İletişim Teorisi, sinir sisteminin karmaşık dilini açığa…
Bu site çerezleri kullanmaktadır.
Daha fazla