Atatürk’ün Türk Tarih Tezi, Avrupalı-oryantalist tarih yazımının Türkleri medeniyetsizleştirme ve tarihsizleştirme çabalarına karşın Türklerin medeni olduğunu ve hatta medeniyetin Türkler tarafından yayıldığını iddia eden bir tezdir. Atatürk, Avrupa’nın seslendirmekten bıkıp usanmadığı “Anadolu’nun Ermeni yurdu olduğu” yönündeki iddiaları küstahlık olarak adlandırarak “Anadolu’nun Türk yurdu olduğunu” tarihsel dipnotlarla kanıtlamaya çalışmıştır.[1] Atatürk’ün tarih tezi, Türklerin tarihinin laikleştirilmesine, dünya tarihine daha fazla entegre edilmesine varmıştır. Milliyetçi eğilimler, tarih yazıcılığındaki evrimin dürtüsü ve taşıyıcısı olmuştur.
20. yüzyılın ilk yarısına kadar Avrupa, dünya tarihine Batı merkezli bir açıdan bakıyor, uygarlığın bütün başarısını Avrupalı beyazlara mal ediyordu. Bu sistemin kıyısındaki halkları ise ya tarihsizleştirerek, durağanlık içerisinde gösteriyor ya da Batı ile temasa geçtikleri andan itibaren basit bir anlatımla Batı’nın evrimini geriden tekrarlayan bir tarihle geçiştiriyordu. Batı oryantalizmine hâkim olan düşünce: Türklerin, İslam uygarlığıyla tanışana kadar medeniyetten yoksun oldukları, Oğuz istilalarının da İslam uygarlığı içinde bir tahribat ve gerileme yarattığı ile ilgiliydi. Bu kadar geri bir kavimse, büyük devletler kuramayacağına göre Osmanlı İmparatorluğu’nun doğuşunun başka bir açıklaması olmalıydı. O da Osmanlı Devleti’nin Selçuklularca Bizans sınırına yerleştirilmiş küçük bir kabile olduğuydu. Bu kabile devlet kurmak için gerekli uygarlık unsurlarını zapt ettikleri Müslüman olmayan nüfustan sağlıyordu. İstanbul’un fethinden sonraysa Osmanlı Devleti yeniden kurulmuştu, bu da Bizans’ı taklit yoluyla mümkündü. Kısacası Türkler, Bizans’la temaslarından önce geri bir toplumken Osmanlı Devleti ve uygarlığının Bizans’ın kopyasından ibaret olduğunu savunuyordu. Bunu belirtmek için kullanılan terimlerse “Bizans’tan sonra Bizans” ve “Müslüman Roma İmparatorluğu’ydu.”[2]
Osmanlı tarih yazıcılığındaysa ulema, saraya bağlı maaşlı görevlilerdi. Vakanüvisler, tarihte her olaya devlet açısından bakıp, tarihin bütününü hanedanın yüceliğine indirgiyorlardı. Aynı zamanda Osmanlı Türkleri, İslam kültürüyle öyle birleşmişlerdi ki Asyatik kökenlerini, göçlerini unutmuşlardı.
Türkiye’de modern tarih çalışmaları çağdaşlaşma olgusuyla tamamen el ele yürümüş, imparatorluğun cumhuriyet ve imparatorluk tebaasının ulus oluşu aynen tarihçiliğe yansımıştır. Materyalist bir nedensellik anlayışı içeren modern tarih yazıcılığında, taşıyıcı güç milliyetçi eğilimler olmuştur. Milliyetçilikle baş gösteren bilimsel tarihçilik, Osmanlı’nınküçülmesiyle ve Balkan ayaklanmalarıyla bir “Türklük” bilincini açığa çıkarmıştır. Baskı altındaki aydınların Türkçülüğe geçişinde Avrupa’da eğitim görmüş Tatar Türklerinin Türkiye’ye gelmesi hızlandırıcı bir etkendir. Halil İnalcık’ın da dediği gibi “Milli hareket Türkçülük, memleket fikriyatını hâkim bir cereyan halini almıştır.”[3]
Uriel Heyd, Ziya Gökalp’in Sümer ve Hititlerin Türklüğünün ve hatta Türklerle etnik yakınlığının tam olarak kanıtlanmadığını kabul etmekle beraber birçok yerde onları da Türkler arasında saydığını kaydetmiştir. Yöntem açısından ise asıl ileri adım atan Yusuf Akçura olmuştur. Kendisi tarih tezinin formüle edilmesinde, Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nin kurulmasında rol oynamış, tarih çalışmaları sırasında Atatürk’ün yanında yer almış, Türk Tarihinin Ana Hatları kitabının yazılmasına katkıda bulunmuştur. Yusuf Akçura, “Siyasi düzlemde, Marx’ın sınıf mücadelesi teorisinden bir milli burjuvazi yaratılması ve Türkiye’nin milli ve demokratik bir devlet olabilmesi için toplumun proletarya eliyle değil de bu burjuvazi eliyle dönüşüme uğratılması anlamında ‘inkılab-ı içtimai’ programı türetmeye uğraşmıştır.”[4]
Afet İnan, 1928 yılında Fransızca coğrafya kitaplarının birinde Türk ırkının sarı ırka mensup olduğu ve Avrupa zihniyetine göre ikinci nevi bir insan tipi olduğu yazısını görüp, Atatürk’e göstermiştir. Atatürk, “Türkler bir aşiret olarak Anadolu’da imparatorluk kuramaz. Bunun başka türlü bir izahı olmak lazımdır. Tarih ilmi bunu meydana çıkarmalıdır” [5] demiştir.
Afet İnan tarih tezini şu şekilde özetlemiştir: “Türk çocuğu yakın bir tarihte göç etmiş olmakla bu vatanın hakiki sahibi olamaz. Bu fikir tarihen, ilmen yanlıştır. Türk brakisefal ırkı Anadolu’da ilk devlet kuran bir millettir. Bu ırkın kültür yurdu ilk zamanlarda iklimi müsait olan Orta Asya idi. İklim tabii şartlar dahilinde değişti. Taşı cilalamayı bulan, ziraat hayatına erişen, madenlerden istifadeyi keşfeden bu halk kütlesi, göç etmeye mecbur kaldı. Orta Asya’dan şarka, cenuba, garpte Hazar Denizi’nin şimal ve cenubuna olmak üzere yayıldı. Gittikleri yerlere yerleştiler, kültürlerini oralarda kurdular. Bazı mıntıkalarda otokton oldular, bazılarında otokton olan diğer bir ırk ile karıştılar. Avrupa’da tesadüf ettikleri ırk tipi dolikosefal idi. Irak, Anadolu, Mısır, Ege medeniyetlerinin ilk kurucuları Orta Asyalı brakisefal ırkın mümessilleridir. Biz bugünkü Türkler de onların çocuklarıyız.”[6]
Bu teze göre Hititler, Lidyalılar, Asurlular, Akadlar, Etrüksler, İyonyalılar, Troyalılar ve benzeri kavimler hep Asyalı Turani topluluklardır. Bu tezde Türkiye’de otokton halk ve medeniyet getiren halk kimlerdir ve Türklerin cihan tarihinde ve medeniyet aleminde rolleri nedir sorularına cevap aranmıştır. Tüm bunları desteklemek amacıyla Türk Tarihinin Ana Hatları adlı kitap bastırılıp, dönemin okullarında okutulmuştur.
Atatürk’e göre Anadolu en aşağı 7000 yıllık Türk yurduydu.[7] Türk Tarihinin Ana Hatları adlı kitap Anadolu’nun “otokton halkının” Türkler olduğunu yaymaktaydı. Atatürk’ün kafasını kurcalayan bir başka soru ise “Atalarımız Orta Asya’ya nereden, ne zaman ve ne şekilde gelmişlerdir? Bir başka deyişle Orta Asya’daki Türk varlığı nasıl oluşmuştur?” olmuştur. Bunun üzerine Türklerin Mu kökenli olup olmadıklarının araştırılmasını istemiştir.[8]
Fuat Köprülü’ye göre ise tüm bunlar, “Esas olarak Pagan ve göçebe bir kabile düzeni içinde yaşayan bir Orta Asya Türk toplumu ve aralarındaki göçebe hayatının icap ettirdiği çetin mücadeleler neticesinde bu kabilelerden bazılarının zayıflaması, başka gruplara karışması, mensuplarının köle olarak bitişik uygarlıklara satılması veya topluca tabi kılınması, bazılarının ise güçlenerek kabile asaleti bakımından diğerlerine üstün hale gelmesi, bu arada konfederasyonların kurulması, dağılması ve tekrar kurulmasıyla geçen uzun yüzyıllar içinde gerçek anlamıyla devletin zemininin ya da medeniyet unsurlarının adım adım birikmesi, barbarlıktan uygarlığa tedrici bir yükseliş olarak bir Orta Asya Türk tarihi tablosudur.
Türkler gitgide Batıya doğru kayan alanlarda kabile toplumunun içinden çıkan o askeri aristokrasiye dayalı devletler kurmuşlar ve bu organizmalar, kendilerine tabi kıldıkları diğer kabilelerin başlangıçta iç dokularını bozmayıp onları kendi ırsi reisleri yönetiminde bırakarak sadece üstten global bir haraç almakla yetinirken, zamanla ister istemez bu kabilelerin kendi kandaş yapılarını bozmaya yani kabile birimlerini dağıtmaya ve eski kabile efradını doğrudan doğruya sultana bağlı, ondan ikta alan topraklı Ortaçağ askerleri haline getirmeye girişmişlerdir.”[9] Yine Köprülü’ye göre, “İslami İran ananeleriyle meşbu ve Türk-İslamlardan mürekkep çok muntazam bir bürokrasi” ilerliyordu. Dolayısıyla onu “bütün müesseseleriyle, siyasi ananeleriyle Bizans’ın İslamlaşmış bir devamı sayan görüş tarzının yanlışlığı da meydana çıkmış oluyordu.”[10] Fuat Köprülü bu konulara Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu adlı eserinde değinmiştir.
Köprülü, çok sayıdaki kitap ve makalesinde özellikle de “Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri” ile “Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu’nda, Osmanlı tarihinin ancak ‘umumi Türk tarihinin çerçevesi içinde yani sair Anadolu Beylikleri ile beraber ve Anadolu Selçuklu tarihinin bir devamı gibi telakki ve tetkik olunursa’ anlaşılabileceği gerçeğini ilk ortaya atan önemli bir tarihçidir.[11]
Nisan 1930 yılında yapılan Türk Ocakları’nın VI. Genel Kurultayında Atatürk’ün direktifiyle Merkez Heyeti’ne bağlı 16 kişilik bir Türk Tarihi Tetkik Heyeti’nin kurulmasına karar verilmiştir. Bu kurum 1935 yılında Türk Tarih Kurumu adını almıştır. Atatürk ve Afet İnan’ın tarih çalışmaları 1929’da başlamıştır. Türk Tarih Kurumu bu çalışmalar neticesinde doğmuş, kurum ilk kongresini (1931) Atatürk’ün yakın alakası ve takibi altında başarmıştır. Türk Tarih Tezi ilk olarak bu kongrede ortaya atılmış ve münakaşa edilmiştir. Türk Tarihinin Ana
Hatları’nı ve Türklerin medeniyete hizmetlerini tetkik etmek ve yazmak vazifesi Tarih Kurumu’nun başlıca işi olarak Atatürk tarafından verilmiştir.[12]
Berktay, Halil, “Tarih Çalışmaları”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C.9, S.78 1983.
Göçgün, Önder, “Atatürk’ün Araştırıcı, Sorgulayıcı, Derin Tarih ve Dil Görüşü ve Mu Medeniyeti”, Belgi, S.1, 2011, s. 1-13.
İnan, Afet, “Atatürk ve Tarih Tezi”, Belleten, C.3, S.10, 1939, s. 243-246.
İnan, Afet, Türk Tarihinin Ana Hatları, TTK, Ankara, 2014.
Meydan, Sinan, Türk Tarih Tezinden Türk İslam Sentezine Atatürk ve Türklerin Saklı Tarihi, İnkılap, 2010.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, “Türk Tarihi Yazılırken: Atatürk’ün Alaka ve Görüşlerine Dair Hatıralar”, Belleten, C.3, S.10, 1939, s. 349-353.
[1] Sinan Meydan, Türk Tarih Tezinden Türk İslam Sentezine Atatürk ve Türklerin Saklı Tarihi, s.204
[2] Halil Berktay, “Tarih Çalışmaları”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C.9, s.2457
[3] Halil Berktay, a.g.e, s.2459
[4] Halil Berktay a.g.e, s.2460
[5] Afet İnan, “Atatürk ve Tarih Tezi”, Belleten, C.3, S.10, 1939, s.244
[6] Halil Berktay, a.g.e, s.2462
[7] Sinan Meydan, a.g.e, s.201
[8] Önder Göçgün, “Atatürk’ün Araştırıcı, Sorgulayıcı ‘Derin Tarih ve Dil Görüşü’ ve ‘Mu Medeniyeti’ ’’, Belgi, S.1, s.1
[9] Halil Berktay, a.g.e, s.2467
[10] Halil Berktay, a.g.e, s.2468
[11] Halil Berktay, a.g.e, s.2469
[12] Afet İnan, a.g.e, s.243
Kuramsal Dil Bilimi Nedir? Kuramsal Dil Bilimi Nedir? dillerin yapısını, işleyişini ve evrimini inceleyen bilim…
Ters Psikoloji Nedir? Ters Psikoloji Nedir? Ters psikoloji, bir kişinin istediği bir davranışı elde etmek…
Felsefede Sezgicilik Nedir? Felsefede Sezgicilik Nedir? Felsefe dünyasında sezgicilik (intüisyonizm), bilgi edinme sürecinde sezginin önemini…
Liberteryenizm Felsefesi Nedir? Liberteryenizm Felsefesi Nedir? Liberteryenizm, bireysel özgürlüğü en yüksek değer olarak gören ve…
Suç ve Ceza Kısa Özet ve Analiz Suç ve Ceza Kısa Özet ve Analiz yazısında…
Nöral İletişim Teorisi: Sinir Sisteminin Dilini Çözümlemek Nöral İletişim Teorisi, sinir sisteminin karmaşık dilini açığa…
Bu site çerezleri kullanmaktadır.
Daha fazla