Türk Antropolojisi ve Kültürel Etkileri -2
Türk Antropolojisi ve Türk Göçünün Kültürel Etkileri yazı serimin ikinci kısmında sizlere Selçuklu Hanedanının tarih sahnesine çıkmasıyla başlayan, Anadolu göç politikasından bahsedeceğim. Son olarak da bu göç politikasının yaratmış olduğu etkilere sistematik bir şekile göz atacağız.
Selçuklu Hanedanın Çıkışı ve Anadolu Göç Politikası
Selçuklu hanedanı oğuzların Kınık boyuna mensup büyük bir hanedan soyudur. Daha önce Selçuklular Gazneli ordusunda komutan olarak görev yapmaktaydılar. Selçuklu hanedan ailesinin lideri Dukaktır fakat daha çok devletin kurucusu Tuğrul ve Çağrı Beyler görülür. Belli görüş ayrılıkları ve siyasi çekişmeler nedeni ile Selçuklu ailesi Gazneli devletine karşı isyanda bulunmuş onlar ile mücadele içine girmişlerdir. Selçuklular 23 Mayıs 1040 cuma günü Dandanakan zaferini kazanmakla, evvelkilerden farklı olarak, artık yeni bir devlet kurduklarından emin idiler ve bu sebeple Tuğrul-bey, Çağrı-bey ve İnanç yabgu öğle üzeri, atlarından inerek secdeye vardılar ve bu büyük lûtfiından dolayı Allah’a şükür ettiler. Bütün Selçuk beylerinin müşterek toplantısı ‘’kurultay’’ ve kararı ile Tuğrul-Bey’in sultanlığını ilân merâsimini yapıyorlardı: “Savaş sahasında derhal çadır ve taht kurup Tuğrul Bey’i üzerinde oturttular ve bütün beyler onu Horasan hükümdarı olarak selâmladılar”[1].
Dandanakan zaferini müteakip verilen karara göre Sultan, Melik ve Yabgu kendi ülkelerine giderek fetihlere giriştiler.[2] Selçuk devletini, kuruluşundan beri, uğraştıran en mühim meselelerden biri göçebe Oğuzların muhacereti idi. Selçuk devleti sınırları içinde ve Müslüman ülkelerinde kendi boy beyleri idâresinde müstakil hareket eden bu göçebe Türkmenler çok defa Selçuk sultanını tanımıyor veya zayıf bir feodal bağ ile ona tâbi olsa bile yurt bulmak ve sürüleri ile birlikte beslenmek maksadı ile İslâm beldelerini istilâ ediyorlar; yerli halk ile mücâdeleye girişiyor ve neticede yağma ve çatışmaya sebep oluyorlardı. Tuğrul-bey ve onun ilk halefleri, İslâmın sultanı ve hâmisi ile, ülkelerini ve tab’asım bunların çapullarından korumak, fakat aynı zamanda devletinin temelini ve askerî kuvvetini teşkil eden bu ırkdaşlarına yurt bulmak ve onlara geçim imkânları hazırlamak gibi birbiri ile çatışan iki azîm mesele karşısında idiler[3]. Aslına bakacak olursak Göktürk döneminde yazılan kitabelerde şu ifadeler geçmektedir; “Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım… Yoksul milleti zengin ettim, aç halkı doyurdum, az halkı çoğalttım”[4]’der Bilge kağan. Bu söze bakılarak Selçuklu eğer güçlü ve büyük bir devlet olmak istiyor ise Türkmen sorununu katiyen çözmesi gerekmekteydi. Bu yüzden Türkmen topluluklarını Anadolu’ya doğru yöneltme kararı aldı fakat böylece yeni bir sorun olan Bizans imparatorluğu ile karşı karşıya gelmek durumunda kalacaktı ve böylede oldu.
Anadolunun Türkleşme Süreci ve Türk Antropolojisi – Göç Hareketi
Selçuklu devletinin kurulması ile Malazgirt zaferi arasında geçen otuz yıllık bir devir esnasında Türkmenler daimi bir akış halinde Anadolu hudutlarına girmiş; bu ülkenin şark ve orta kısımlarına yayılmışlar ise de bu memleketi henüz kendileri için emin bir yurt saymıyorlardı[5]. İşte bu akınların mahiyeti Anadolu’da geçici olduğundan ve Selçukluların yeni yurt, otlak ve gaza için Anadolu’ya yönelmesi Bizans ile birincisi 18 Eylül 1048 Pasinler savaşını meydana getirmiş ve Selçukluların zaferiyle sonlanmıştır. İkincisi ise Anadolu’nun artık tamamen Türk toprağı olmasını ve Doğu Roma devleti Bizans’ın çöküşünü başlatacak olan 26 Ağustos 1071 Malazgirt savaşıdır. Malazgirt savaşından sonraki Tarih kroniklerine bakacak olursak bu göç o kadar kuvvetli ve kalabalık bir göç hareketidir ki bu dönemin önemli kroniklerinden biri olan Urfalı Matheosun Vakayi Namesinde şöyle aktarılıyor; ‘’ Bu Göç okadar kalabalık bir göç idi ki yüz binlerce çadır ile Anadolu’ya geldiler’’[6] diye bize aktarmaktadır.
Bu göçün sürekliliği hem Anadolu’nun hızlı bir şekilde Türkleşmesi ve hızlı bir şekilde Anadolu’da yerleşim sağlanmasını kolaylaştırdı. Dönemden sonra Anadolu, Türk Antropolojisi için zengin bir kaynak oldu. Ayrıca bu göç ile birlikte bir yönden Araplar ile bir yönden ise Bizans ile etkileşimde bulunuldu. Daha öncede yukarıda bahsettiğimiz gibi Türk kültürü birçok büyük kültür ile etkileşime girmiştir ve kültürel alışverişte bulunmuştur.
Türklerin Anadolu’da Araplar ile münasebetlerinin sıklaşması ile daha çok Horasan ve Buhara civarında Türk-İslam sentezi doğmuştur ve buradan Türk tasavvufu meydana gelmiştir.
Göçün Yarattığı Gelişmeler
Oğuzların bu göç hareketi Anadolu’da köklü değişiklik sürecinin başlamasına neden oldu. Bu değişim ise iki yönden etkili bir şekilde görüldü. Bunlardan biri Araplar ile güçlü etkileşimler sonucunda Anadolu’da Türk-İslam sentezi, ikincisi ise gene Arap, Fars ve Bizans kültürleri ile doğan Anadolu’daki Türk kültürü. Öncelikle ele alacağımız konu Türk-Arap ilişkileri yönü ile Türk-İslam etkileşimi. Türk-Arap münasebeti Türklerin Azerbaycan üssünden Irak ve Suriye topraklarına girmesi daha sonra Bizans ordusunu Pasinler ve Malazgirt’te yenmesiyle dönemin halifeliği olan Sünni İslam halifeliği Abbasiler ile sıkı münasebetlere girilmiş ve Sünni İslam anlayışı Türklerde etkin bir şekilde görülmeye başlamıştır. Fakat gelen bu oğuz kitleleri daha çok İslam’ı Ortodoksi değil Heteredoksi bir şekilde kabullenmiş ve kendi kültürleri ile birlikte İslam anlayışı şekillenmişti.
Tabi buna bir olay olarak bakmak yanlıştır bu bir olgudur yukarıda bahsettiğimiz gibi bu Türkler Selçuklular ile İslam’a geçti veyahut Türk-İslam ilişkileri Selçuklular ile doğdu demek yanlış olur bu dönemde yani Anadolu’nun Türkleşmesi ile Ortadoksi İslam ile ilişkiler en yüksek boyutuna kavuşmuştur. Türkler arasında dini inanç birliğinin kurulmasında ve dinin öğretilmesinde sufiler özellikle sınır boylarında İslamın gaza ve cihad ruhunu daima uyanık tutmak suretiyle Türk hâkimiyetinin yayılmasına hizmet etmişler, eski Türk alp tipi ile Müslüman gazi tipini birleştirmişlerdir[7].
Türk Antropolojisi ve Kültürel Etkileri -2
Yukarıda bahsettiğimiz Gaza ve Cihat anlayışı Türkistan coğrafyasında belirmiş Anadolu’nun Türkleşmeye başlaması ile ciddi boyuta ulaşmıştır. Anadolu’da Bizans’a karşı yapılan akınlarda Alp-Eren ekolü ciddi bir başarı sağlamıştır. Bu ekolün kökleri Ahmet Yeseviye kadar dayanmaktadır. Özellikle Türklerin İslamiyet’i anlamaları için Türkçe’nin önemine dikkat çeken Yesevi’nin bu çabaları başarılı oldu ve Kısa sürede etrafında toplanan müritlerinin sayısı arttı[8]. Burada Ahmet Yesevi’nin Türk diline önem vermesi bize Türklerin kendi kültürlerine verdiği önemi ve İslamlaşma süreçlerine kendi benliklerinide kattıkları ciddi bir şekilde görülmektedir. Ayrıca bu ekol ile Türk İslam anlayışı Anadolu’ya daha sonra ise Osmanlı ile Balkanlara kadar sirayet etmiştir. Bu anlayışın diğer bir ismide aslında sufilikti. Fakat Orta Asya’dan Şamanlıkla karışık gelen inançlara en yakını sûfilik’ti. İslamiyet’le geleneksel Türk yapısı arasındaki bu uyumsuzluk Türkler şehirlere yerleştikten sonra kurumlaşmış bir şekil aldı.[9]
Türkler konar göçer bir halk olsalar da asla kendi kültürlerini ve kendi kimliklerinin ana kalıplarını asla değişime uğratmamışlar aksine kendi kültürlerine dâhil ettikleri örf, adet veya gelenek unsurlarını kendi kültürlerine uyarlamışlardır.
Aslında konumuza uygun birçok örnek verile bilir. Bu örnekler özellikle Selçuklu döneminde doğan Türk İslam anlayışı, mimarisi ve Türklerin örf, adet ve gelenekleridir. Anadolu’da iyiden iyiye bu göçün etkileri görüldüğünde ve özellikle Türkiye Selçukluları zamanında Anadolu’da büyük bir iskân faaliyeti güdülmüştür.
Bu iskân faaliyetleri daha çok Selçuklunun başkenti olan Konya ve civarında yoğunlaşmış akabinde bu faaliyetler ile Türk- İslam mimarisinin önemli eserleri meydana getirilmiştir.
Selçuklu mimarisi Selçuklu Türklerinin Anadolu ya getirdiği yeni bir kültürün somut ifade aracı olan eserler içerir. Bu kültür İslam kültürü çerçevesinde Hicaz ( Arabistan), Kuzey Afrika, İspanya, Suriye, Irak, Güney Doğu Anadolu, İran ve Orta Asya’da yedinci ve on birinci yüz yıllar arasında yayılmıştır[10]. İçindeki eski Mezopotamya, Yunan, Roma, Arap, Türk ve İranlı unsurlar sentezlendi. Bu sentez ile Türkler Avrasya ve Orta Asya kültürel özelliklerini Anadolu’ya taşımış bulundular. Bunu en açık ve Doğrudan Selçuklu heykel sanatında görürüz[11]. Türklerin Orta Asya’daki ordugâh ve yönetici kale tipi Anadolu’da han ve kervan saray gibi kapalı ve korunaklı yapılar olarak meydana çıkmıştır.
Bunun yanında Selçukluların bir Türk kültür sahasına etkisini değil de Anadolu’da daha çok İslam sahasına etkisi görülmektedir. Bunun nedeni Anadolu’daki ilk profesyonel Türk İslam mimari eserleri onun yanında Din ve Dünya işlerini birbirlerine karıştırmamışlar ve Halifeyi siyasetten uzak tutarak İslam dünyasına yenilik katmışlardır. Ayrıca İslam dinini Arap hegemonyasından çıkararak evrensel bir hal almasını sağlamışlardır.
Selçuklunun kültürel açıdan İslam kültüründen geri olduğunuda söyleye biliriz. Mevlana Celalettin Rumi Fih Mafih adlı eserinde şöyle aktarmaktadır; İslam ulemasının hal tercümelerine ve edebiyat tarihine ait eserlerde pek vazıh olarak görülür[12] demektedir.
Bunun sebebi zannımca sürekli Türklerin Anadolu’da bir gaza faaliyeti içinde bulunmaları ve bu sebepten bu konular üzerinde pek fazla duramamalarıdır. Kültürel etkileşimde bir önemli hususta dil üzerinden oluşur. Selçuklular Anadolu coğrafyasına inmeden önce Horasan bölgesinde ikamet etmekteydiler. Bu bölgede yaşadıkları sürece kendi dillerine birçok İran’dan farsça kelime almışlardır. Daha sonra Araplarla etkileşime girincede dillerine birçok Arapça kelime almışlardır böylece bu dil etkileşimin ardından bizim makalemizi antropoloji yönünden etkileyen Kısımına giren sentezlenme çıkmış ve Osmanlı devletinin resmi devlet dili olan proto Osmanlıca meydana gelmiştir. Selçukluda birinci Gıyaseddin Keyhüsrev ve oğlu birinci Keykavus ayrıca Rükneddin Süleyman şah birçok farsça şiir kaleme aldıklarını bilmekteyiz.
Aslında kültür konusu baya geniş bir konudur. Türk kültürü alabildiğince büyük ve birçok kültür ile iç içe gelişmiş bir kültür olup kökleri milattan önceki zamanlara kadar dayanmakta ve bilinen ilk çıkışı; ‘’545 yılıdır’’.[13] Bu yıldan itibaren birinci Göktürkler kurulmuş ardından ise devam ederek günümüze kadar birçok Türk devleti gelmiştir. Bu süreçte birçok gelenek ve göreneğimizde şekillenerek bozkırdan Anadolu, Avrupa, Orta doğu ve azda olsa Afrika’ya yayılmıştır. Gittiği her yerde o yerin özelliklerine göre bir şekil almıştır. Türk kültürü Anadolu’ya gelince de top yekûn Bizans kültüründen etkilenmemiştir çünkü ‘’Bunun sebebi şöyle açıklana bilir Müslüman oğuzlar ve Selçuk oğulların, tesiri altında bulunacakları kültürü daha Bizans sınırlarına gelmeden çok evvel önce bulmuşlardı, Bu da İslam ismi altında birleşen Arap ve İran kültürü ve en çok İran kültürüdür.’’[14]
Bunun yanında büyük Çin kültürünün etkileri de görülmektedir. Tabi bizim konumuz Anadolu’daki etkileşim ve sonuçlardır.
Bu etkileşim sonucunda daha çok halk sınıfı değil de Selçukluların yönetici zümresinde değişim izlenilmiştir neden diye soracak olursanız Bizans ve Araplar ile yüksek derecede oluşan etkileşim sonucunda Ahlak ve Adaletlerinde değişimler olmuştur. Bu kaynaşmanın en ciddi örneklerinden biride 1. Alaattin Keykubat’tır. Bir Rum anneden doğmuş ve Bizans sarayında kaldığı sürece Bizans tesirinde kalmış Hükümdarlığı sırada bu tesiri ülkesindeki sistemlere yansıtmış ardında Ülüş sistemini kaldırmıştır.
Türk Antropolojisi ve Kültürel Etkileri -2
[1] Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, Ötüken Yayın evi, s.106
[2] Turan, a.g.e, s.109
[3] Turan, a.g.e, s.112
[4] Wilhelm Thomsen, Moğolistan’da Türkçe Kitabeler, TTA, s.14
[5] Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, Ötüken Yayın evi, s.67
[6] Urfalı Matheos, Urfalı Matheos Vaka-i Namesi, TTK, s.74
[7] Fatih Mehmet Şeker, İslamlaşma sürecinde Türklerin İslam Tasavvuru, TDY, s116
[8] Mustafa Gökçe, Ahmet Yesevi‘nin Yetiştiği Kültürel Ortam, Kültür Dünyamızın Mimarları II, MSKÜ, s.57
[9] Hilmi Yavuz, İslam’ın Zihin Tarihi, Timaş Yayınları, s.38
[10] Ali Uzay Peker, Anadolu Selçuklu Mimarisi I, İnci Aslanoğlu için Bir Mimarlık Dizimi, Kalkan Matbaacılık, s.1
[11] Peker, a.g.e, s.1
[12] Mevlana Celalettin Rumi, Fih Mafih, çev. Cemal Aydın, Sufi Kitap s.72
[13] Lev Nikolayeviç Gumilev, Eski Türkler, çev. Ahsen Batur, Selenge Yayınları, s.41
[14] Ahmet Zeki Velidi Toğan, Umumi Türk Tarihine Giriş, Türkiye İş Bankası Yayınları, s.295
Kuramsal Dil Bilimi Nedir? Kuramsal Dil Bilimi Nedir? dillerin yapısını, işleyişini ve evrimini inceleyen bilim…
Ters Psikoloji Nedir? Ters Psikoloji Nedir? Ters psikoloji, bir kişinin istediği bir davranışı elde etmek…
Felsefede Sezgicilik Nedir? Felsefede Sezgicilik Nedir? Felsefe dünyasında sezgicilik (intüisyonizm), bilgi edinme sürecinde sezginin önemini…
Liberteryenizm Felsefesi Nedir? Liberteryenizm Felsefesi Nedir? Liberteryenizm, bireysel özgürlüğü en yüksek değer olarak gören ve…
Suç ve Ceza Kısa Özet ve Analiz Suç ve Ceza Kısa Özet ve Analiz yazısında…
Nöral İletişim Teorisi: Sinir Sisteminin Dilini Çözümlemek Nöral İletişim Teorisi, sinir sisteminin karmaşık dilini açığa…
Bu site çerezleri kullanmaktadır.
Daha fazla