Eski zamanlardan beri örnekleri karşımıza çıkan kolonicilik faaliyetleri, Ortaçağ sonlarına gelindiğinde her zamankinden farklı bir yol izlemeye başlayacaktır. Öncesinde birbirinden yalıtılmış şekilde görünen dünya, bu çağın sonu itibaren birbirini tanıma ve keşfetme(Coğrafi Keşifler) sürecine girmiştir. Asya, Afrika ve Avrupa zamanın bilinen kıtalarıydı ancak daha onların dahi tam olarak keşfedilmemiş yerleri vardı. Başlatılan bu keşif süreci yeni bir çağın ve dünya toplumunun değişiminin de bir başlangıcı olmuştur. Yeni yolların keşfi yeni kıtaların da keşfini beraberinde getirmiştir. Bizim bu hususta inceleyeceğimiz konu ise dünya keşiflerini başlatan ve ilerleten Portekiz ve yaptığı faaliyetleri ile beraber esasen sömürgeciliği olacaktır.
Dünya var olduğu günden bu yana bir gelişim ve değişim içerisindedir. İnsanlık da bu gelişim ve değişim içerisinde payını almıştır. Sosyal bir varlık olarak insan, çevresi ile sürekli bir iletişim halindedir. Toplumlarda yine bu şekilde gelişim göstermiştir. Önce kendi içlerinde daha sonra ise dışarıdaki en yakın başka toplumlarla etkileşimde bulunmuşlardır. Yeryüzündeki kıta hareketleri, yeryüzü şekilleri ve iklim değişiklikleri insan topluluklarının gerek yerlerini değiştirmelerine gerekse de bir birlerinden soyutlanmalarına sebebiyet vermiştir.
Tarihsel süreç içerisinde de önceleri bir arada bulunan veya bulunmasa dahi yakın kültür bölgelerinde yaşayan topluluklar, sonraları tekrar bir birlerini tanımıştır. Kültürel ve etnik olarak farklılaşan topluluklar çoğu zaman ise bir birinden habersiz olarak yüzyıllar boyu yaşamışlardır. Gelişen bilgi birikim ve öğrenme isteğinin de bir tecahülü olarak keşfetmeler yaşanmıştır. İnsanlık gelişimi daha çok ihtiyaçlar çevresinde gelişim gösterdiğinden burada da etken olarak gösterilebilir. Yani merak duygusunun yanında ihtiyaçları doğrultusunda da etkileşimler ve hareketlilikler söz konusudur. Temel ihtiyaçlardan olan gıda üretiminin yapılamadığı ve yetmediği durumlarda yapılan göç benzeri hareketlilikler de buna örnek teşkil etmektedir. Önemli bir husus ise de dindir. Tarih boyunca birçok din ve inançlar görülmekte ve buna inanan toplumların çoğunda inandıklarını yayma isteği ve çabası söz konusudur.
Çalışmanın konusu olan sömürgecilik, yine temelde din adına başlamış keşif ve yayılma isteği çevresinde gelişerek, ekonomik sebepler ile genişlemiştir. Yoğunlaşmak istenen asıl konu İber Yarımadası’nda yer alan Portekizlerin ve onların sömürgeciliğidir. Ancak konunun temellerinin çok eskilerden beri atılmış olması dikkate alınmalıdır. Böylece sömürge öncesinin ve bunun altında yatan nedenlerin iyi anlaşılması ve bilinmesi gerekmektedir. Bu bağlamda çalışma içerisinde Sömürge faaliyetlerinin temelini oluşturan Coğrafi keşiflere giden sürece de yer verilmiştir. Daha çok ekonomik amaçlarla gerçekleştiği düşünülen keşif hareketlerini, askeri, sosyal, kültürel, dini, vb. birçok unsur ile birlikte dikkate alarak inceleyerek açıklığa kavuşturmak gerekmektedir. Bununla birlikte gelişen keşiflerin sonrasında değişen durum ve amaçları da ele almak elzemdir. Dünya tarihinin seyrini değiştiren bu dönemi Portekiz özelinde inceleyip irdeleyeceğiz.
Ortaçağ sonları ve Yeniçağ başlangıcında yapılmaya başlanmış keşif hareketleri öncesinde dünyada Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları bilinmekteydi. Avrupalı toplumlar kendi yaşadıkları kıta haricindeki diğer bölgeler hakkında çok az şey bilmekteydiler. Bilinenler ise daha çok mitolojik unsurlar ve gerçek dışı hikâyelere dayanmaktaydı. Yeniçağın hemen öncesinde ve başlarında Avrupalı kaynaklar arasında eski çağdan kalma bazı eserler ve seyyahların kaleminden çıkan seyahatnameler bulunmaktaydı. Bunlar arasında 1406 yılında Yunancadan Avrupa dillerine çevrilmiş olan Batlamyus’un “Coğrafya” adlı eseri almaktadır.[1] Eser Roma döneminden kalmış ve Roma çevresini doğru şekilde veren bilgiler içermekteydi. Ancak eser daha uzak bölgeler hakkında verdikleri bilgiler konusunda zayıf kalmaktaydı. Dolayısı ile daha keşfedilmemiş bölgeler ise eserde yer almıyordu.
Dünyanın bilinen diğer bölgelerine seyahat etmiş olan seyyahlarının elinden çıkan eserler bu dönem için önemli bilgiler vermekteydi. Marco Polo bunlardan bir tanesidir ve seyahatler adlı eseri ile bilinmektedir. Asya’yı karadan dolaşarak Çin’e kadar gitmiştir. Çin’de hüküm süren Moğol İmparatorluğu’nun sarayında da kalmıştır. Kubilay Han’ın verdiği görev ile birlikte Asya’yı dolaşmış ve daha sonra bu seyahatleri bir kitap haline gelmiştir.[2] Marco Polo’nun bu eseri Avrupa’da çok fazla yankı bulmuş ve tanınır olmuştur. Bunun sebebi ise coğrafi şartlar ve uzaklık nedeni ile uzak doğu Asya hakkında detaylı bilgi ve malumatın bulunmamasıdır. Böylece sonraki dönemler için bir esin kaynağı olmuştur.
Marco Polo, lakabı gemici olan Portekiz Prensi Henry (1394-1460) ve Amerika kıtasını ilk keşfetmiş olan Cristoph Colomb’a örnek ve esin kaynağı olmuştur. Böylelikle dünya tarihini değiştirecek uzun Coğrafi Keşifler başlamıştır. Polo’dan başka dönemin etkili eserlerinden birisi ise aynı isimle Mendeville’ya aittir.[3] Bu eserde içerisinde de gerçeği yansıtmayan bilgiler de yer almaktadır. Bu durum halk arasında da çok geniş yere sahiptir. Dünyanın sonun ile ilgili efsaneler ve denizlerle ilgili kehanetler oldukça yaygın durumdadır. Toplum içerisinde yaygın olan bu inanışlar merak ve keşif arzusunu körelterek engel olmaktaydı.[4] Ancak dini motiflerin de yer aldığı bazı mitler keşif hareketlerini tetikler nitelikte olmuştur.
Halk arasında Hristiyan Aziz John adında bir kral ve ülkesi hakkında inanışlar mevcuttur. Müslüman coğrafyanın hemen ardında olan bu ülkeye ulaşmak ve Müslümanları arkadan vurmak isteği bunun sonucu olmuştur.[5] Ayrıca bu dönemde Mappe Mundi adında dünya haritaları mevcuttur. Haritaları oluşturanlar kendilerinden bir şeyler de katarak bilinmeyen yerler hakkında yanlış bilgiler vermekle beraber çoğu dini amaçlarla yapılmıştır. Haritalarda isimleri belirtilen hükümdar isimleri de yine kendileri ölmelerine rağmen hala hayatta gibi gösterilerek yazılmıştır.
XV. yüzyıla kadarki dönemde dünya halkları birbirinden kopuk ve habersiz ya da çok az ilişkisi olacak şekildeydi. Afrika’nın güneyi, Amerika kıtası ve Avustralya gibi yerler hakkında pek bilgi bulunmamaktaydı. Asya kıtasında yer alan Çin ve Hindistan, yoğun nüfuslara sahiplerdi ve ticari açıdan da büyük potansiyelleri mevcuttu. Ancak bu büyük potansiyelleri iki ülke arasındaki iletişimi geliştirememiş, kültürel ve ekonomik olarak birbirlerinden soyutlanmaktan kurtulamamışlardır. Oluşan bu durumun sebepleri arasından biri de coğrafi şartlar olmuştur. Bunun yanı sıra ülkelerin denizden ve karadan uzun keşifler yapma ihtiyacı duymamaları da etkili olmuştur.
Toprakları oldukça verimli ve kaynak bakımından zengin olan Çin burada göze çarpmaktadır. Çin, 1405-1433 yılları içerisinde Asya’nın güneydoğu bölgesinde düzenli bir ticaret sistemi oluşturmuştur. Ticari sistemin dışında imparatorluğun gücünü göstermek amacıyla düzenlenen seferler de mevcuttur. Amiral Cheng Ho önderliğinde Sri Lanka ve Doğu Afrika’ya kadar seferler düzenlenmiştir. Yine bu dönemde Avustralya kıtasına ve Kuzey Amerika’nın pasifik sahillerine dahi ulaşılmıştır.[6] Ancak gittikleri yerlerde kendilerinde olmayan değerli pek bir şeyler bulamamış olmalılar ki bunu sürekli hale getirmemiştirler. Seferlerdeki temel amacın imparatorluğun üstünlüğünü göstermek olduğu da düşünülürse vergi almaktan başka pek bir etkileşim söz konusu olmamıştır. Sonrasında ise bu büyüklükteki seferler gereksiz bulunarak tekrarlanmamıştır.
Çin devletinin içine kapanıklığı burada başlarken hemen arkasından Avrupa’nın da dışa açılımı söz konusu olmuştur. Avrupa’nın komşusu olan Kuzey Afrika ve Akdeniz çevresinde, önemli faaliyetler içerisinde olan ve nitekim daha ileri bir kültürel-ekonomik yaşantıya sahip Arap-Müslüman toplumlar bulunmaktaydı. Arap ve Hintli Müslümanlar, Hint Okyanusu’nda karmaşık ve bir o kadar da yoğun bir ticaret ağı kurmuşlardı. Arap tüccarlar öncesinde Çin ile direkt olarak ticaret yapmışlardı.[7] Ancak XV. yüzyıla kadar Endonezya’nın ilerisine pek gitmemişlerdi. Bu durum yine Afrika’nın doğusunda da görülmektedir. Tüccarlar Mozambik sahilleri ve Madagaskar’dan sonrasına gitmenin ticari açıdan tehlikeli ve gereksiz olduğunu düşündükleri için olacaktır ki bildikleri yollar üzerinden ticaretlerine devam etmişlerdir. Kuzey Afrika’nın batısında yer alan Fas kıyılarından sonrası ise geçilemeyen tehlikeli Atlantik sularının başlangıcı olarak görüldüğünden burada da keşifler yapılamamıştır.[8]
Avrupa kıtası 1400’lü yıllara gelinceye kadar bilinen diğer kıtalara nazaran daha zayıf ve fakirdir. Bunun yanında etrafı güçlü toplumlar tarafından çevrilmişti ve içine kapalı bir vaziyetteydi. XI. yüzyıl ortasına gelindiğinde Avrupa kıtasında büyük infiallere sebebiyet veren bir veba salgını ortaya çıkmıştır. Tarihe “Kara Ölüm” olarak da geçen bu veba salgını Avrupa nüfusunun üçte birini yok ederek ekonomik ve sosyal alanda yıkımlara sebep olmuştur. Kara yıkımın sonucu olarak Avrupa’da ekonominin düzeltilmesi için arayışları da başlatmıştır.
Avrupa’da VII. ve XIV. yüzyılları arasında iklim şartları değişmiş, sıcak hava şartları ortaya çıkarak kıtanın üst ve batı kısımlarında tarımın gelişmesine imkân sağlamıştır. Avrupa’nın kuzeyinde ve batı kısımlarına yakın bölgelerinde yer alan Vikingler artan sıcaklık ile deniz yollarını kullanabilmiştir. Deniz yollarını kullanmaya başlayan Vikingler İzlanda ve Grönland’a koloniler kurmaya başlamışlardır. Devamında ise Kuzey Amerika kıtasını ilk keşfedenler olarak “Vinland” adını verdikleri yeni kolonileri Kanada’ya ulaşmışlardır. XIV. yüzyıla gelindiğinde iklim değişikliği yaşanmış ve hava giderek soğuyarak “Küçük Buzul Çağı” adı verilen dönem yaşanmıştır. Vikinglerin deniz yollarının da bu durumdan etkilenmesi sonrasında İzlanda ve Grönland adasının arasında yolculuklar durma noktasına gelmiştir. Sonucunda ise Vikingler için Amerika kıtası serüveni sona ermiştir.[9]
Avrupa’da yeni bir döneme geçilmiş İtalya’da başlayan Rönesans hareketleri, bütün kıtada etkisini göstermiştir. Rönesans deneysel yöntemlerin başladığı bir dönemi beraberinde getirmiştir. Yani deneyerek öğrenme, inceleme yapma ve laboratuvar ortamı geliştirerek icatlar ortaya çıkarma süreci başlamıştır.[10] Rönesans sonrasında bilgiye olan bakış açısı değişmiştir. Eski kaynakların bu dönemde Avrupa dillerine çevrilmesi bilim, kültür, din ve siyaset konularında büyük yeniliklere ya da değişimlere zemin hazırlamıştır. Dolayısı ile coğrafi keşiflerin de başlamasında önemli aktör olarak Rönesans Hareketleri önem arz etmektedir.[11]
Coğrafi keşifler başlamadan önce Avrupalılar ihtiyaç duydukları ticari malları Müslüman tüccarlar aracılığı ile edinebilmekteydi. Müslüman tüccarlar Çin’den deniz yolu ile ve Türkler ise de Orta Asya’dan kara yollarını kullanarak ticari malları Akdeniz ve Karadeniz üzerinden, Venedik ve Ceneviz tüccarlarına satmaktaydılar. Aracının çoğalması ticari malların fiyatlarının yüksek olmasına sebebiyet veriyordu. Bu sebepten ötürü Asya’ya ve Uzak Doğu Asya’ya doğrudan ulaşabilme arayışı temellenmiştir. Ekonomik olarak zorluk çeken Avrupalılar yeni yerler ve yollar bulmak durumunda kalmışlardır.[12]
14. Yüzyıl’ın ikinci yarısından 16. Yüzyıl’ın sonlarına kadar Avrupa evrimleşme süreci içerisine girmiştir. Din ve siyaset alanlarında önemli reformalar gerçekleşmiş, toplumsal düzlemde ve devlet yönetiminde “insan merkezciliği” anlayışı benimsenmiştir.[13] XV. Yüzyılda Avrupa’nın düşünce çerçevesinin şekillendirildiği bir dönem olmuştur. Yüzyılın sonlarına doğru, Avrupa, bakış açısını kendi topraklarının ötesinde yer alan kıtalara çevirmiştir. Bu değişiklik Avrupa’nın yayılmacı politikalar geliştirerek farklı kıtalarda kolonileşmesinin de öncülüğünü oluşturmuştur. Aslında uzak bölgelere gitme durumunun sadece keşif arzusu ile gerçekleştiği söylenilemez. Bu yeni yer keşfetmenin en büyük temeli ve destek sağlayıcısı din olmuştur.[14] Avrupa’nın hedefini uzak yerlere odaklamasının bir diğer önemli sebebi de okyanuslara dayanabilecek türde gemilerin inşa edilme teknolojisinin gelişme göstermesidir. Bu gelişme, aslında, 13. Yüzyıl’ın bir ürünüdür. Gemiler tek dümen ve kare yelken olacak şekilde geliştirilmiş okyanuslara karşı dayanıklılığı artmıştır. Bu dayanıklılık okyanusa açılma korkusunu da yenmekte etken olmuştur. [15]
Diğer tarih yazıları için tıklayınız.
* Cen
[1] Daniel Joseph Boorstin, Keşifler ve Buluşlar, çev. Fatoş Dilber, 2. Baskı, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara 1996, s. 146-155.
[2] Boorstin, a.g.e, s.135.
[3] David Arnold, Coğrafi Keşifler Tarihi, çev.Osman Bahadır, 2. Baskı, Yöneliş Yayınları, İstanbul 2001, s.14.
[4] Arnold, a.g.e, s.14-16.
[5] Server Tanilli, Yüzyılların Gerçeği ve Mirası, III, Adam Yayınları, İstanbul 2001, s.33.
[6] Boorstin, a.g.e, s.183-197.
[7] Arnold, a.g.e, s.15.
[8] Murat Hanilçe, “Coğrafi Keşiflerin Nedenlerine Yeniden Bakmak”, Tarih Okulu Dergisi VII (Mayıs-Ağustos 2010), s.47-70.
[9] Boorstin, a.g.e, s.232-233.
[10] Max Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, çev. Zeynep Gürata, Ayraç Yayınevi, Ankara 1999, s.14.
[11] Kathryn Hinds, Everyday Life In The Renaissance, Benchmark Books, New York 2010, s.4.
[12] Server Tanilli, Uygarlık Tarihi, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul 2011, s.70-71.
[13] Nalan Ölmezoğulları, Ekonomik Sistemler ve Küreselleşen Kapitalizm, Ezgi Kitapevi Yayınları, Bursa 2003, s.79-80.
[14] Jacques Le Goff, Avrupa’nın Doğuşu, çev. Timuçin Binder, Literatür Yayıncılık, İstanbul 2008, s.218.
[15] Goff, a.g.e, s.221-222.
Kuramsal Dil Bilimi Nedir? Kuramsal Dil Bilimi Nedir? dillerin yapısını, işleyişini ve evrimini inceleyen bilim…
Ters Psikoloji Nedir? Ters Psikoloji Nedir? Ters psikoloji, bir kişinin istediği bir davranışı elde etmek…
Felsefede Sezgicilik Nedir? Felsefede Sezgicilik Nedir? Felsefe dünyasında sezgicilik (intüisyonizm), bilgi edinme sürecinde sezginin önemini…
Liberteryenizm Felsefesi Nedir? Liberteryenizm Felsefesi Nedir? Liberteryenizm, bireysel özgürlüğü en yüksek değer olarak gören ve…
Suç ve Ceza Kısa Özet ve Analiz Suç ve Ceza Kısa Özet ve Analiz yazısında…
Nöral İletişim Teorisi: Sinir Sisteminin Dilini Çözümlemek Nöral İletişim Teorisi, sinir sisteminin karmaşık dilini açığa…
Bu site çerezleri kullanmaktadır.
Daha fazla